Yoğurt

Bebeklere yemek yapmanın genel bir kuralı var bence. Yaptığınız şeyi (bakın “şey” diyorum) önce kendiniz tadınız. Kendinizin yemekten imtina edeceği şeyi çocuğunuza vermeyiniz. Ben ilk yaptığım yoğurdu Leyla’ya yedirseydim 13 yaşına gelmeden beni huzurevine yerleştirirdi.

Soğanları krema ile kavurduktan sonra üzerine biraz kimyon eklemiştim. Bir miktar beyaz sofra şarabı ve akçaağaç şerbeti fıçısında bekletilmiş malt viski ile marine ettiğim kuzu sırtını hala hafif cızırdayan soğanların içine yatırdım. Fırından gelen kokular patateslerin yeteri kadar piştiğini gösteriyordu. Kuzu sırtı soğanların sıcaklığı ile koku yaymaya başlamıştı bile. Mutfaktan çıkan kokular yüzünden salondaki insanların homurtularını duyabiliyordum. Onları daha önce delirtmiştim şimdi bir kez daha yapacaktım. Dolaba doğru ilerledim, incir tatlısı için kullanacağım yoğurdu almak için dolabın kapağını açtığımda hoş olmayan bir sürprizle karşılaştım. İki seçeneğim vardı. Ya incir tatlısını boş verecektim ya da bakkalı arayıp “Abi bana çırak Adem’le bir yoğurt yollasana” diyecektim… Üçüncü şıkkı tercih ettim. İki dakikada yoğurt yapayım canım, elime mi yapışır.

4 aylık bebekler artık katı gıdalar yiyebiliyorlar. Doktoru en son ziyaret ettiğimizde bana, bazı katı gıdaları Leyla’ya yedirebileceğimi söylemişti. Yoğurt bunlardan en önemlisi ve ev yapımı olması gerekiyor. Ev dediğim de bizim ev. Yani ben yapacaktım.

 

Menümüzde bulunan diğer alternatifler ise şöyle: pirinç lapası, meyve püresi, creme brule. Bizim kaynak makinemiz olmadığı için Leyla asla Creme Brule yiyemedi.

Yoğurt yapmak aslında zor bir eylem. Sütü bir miktar ısıtıyorsunuz, sıcaklığın bir birimi yok, nitel gözlemle ölçüyorsunuz: elinizi süte sokuyorsunuz, ne sıcak ne de soğuk olacak. Isınan süte yoğurt koyuyorsunuz. Yoğurt yapmak için gereken malzemelerden birinin yoğurt olması ise sonsuz ironi barındırıyor. İçine yoğurt koyulmuş sütü evdeki çarşaflarla sarıp sarmalayıp ne çok sıcak ne de çok soğuk olan bir yere koyuyorsunuz.  Benim stratejik olarak bulduğum nokta, kombiye yakın, pencereleri karşıdan gören fakat onlara uzak bir noktaydı. Böylece ısı alışverişi sırasında soğuk ve sıcak dengeli bir şekilde olacaktı. Bende termodinamik dersi gerçek hayatta ne işimize yarayacak diyordum, yoğurt yapımında kullanacakmışız. 

Bebeklere yemek yapmanın genel bir kuralı var bence. Yaptığınız şeyi (bakın “şey” diyorum) önce kendiniz tadınız. Kendinizin yemekten imtina edeceği şeyi çocuğunuza vermeyiniz. Ben ilk yaptığım yoğurdu Leyla’ya yedirseydim 13 yaşına gelmeden beni huzurevine yerleştirirdi.

Yoğurt ve meyve püresi yapmanın teknolojik ve kolay bir yöntemi var; beyaz eşya satıcılarına uğramak.  Hem yoğurt yapma makineleri hem de meyveleri püre haline getiren canavarlar mevcut. Bunların fiyatlarına baktıktan sonra Maliyet-Fayda analizi yaptığımda yoğurdu kendi kendime yapabileceğime olan inancım daha bir yeşerdi. Meyve püresi ise geleneksel bir ritüel. Bebek malzemeleri satan dükkanlara girdiğinizde “Meyve Rendesi” denen cam bir eşya ile karşılaşıyorsunuz. Fazlaca satılıyor olacak ki, benim girdiğim dükkanda milyonlarca vardı. Hoş bir malzeme; size meyve püresi yaparken meyve yeme imkanı da sunuyor çünkü meyveyi asla tamamıyla püre haline getiremiyor.

Pirinç lapası ise en kolayı; Pilav yapamayın, lapa oluyor. Pilav normalde ölçüyle yapılırken siz o gün doğaçlama takılın; pirinçleri saçın, suyu ısıtmadan koyun ama soğuk da olmasın, pirinçleri fazla yıkayın, kapak açık olsun… Buyurun lapanız hazır. Lapanın bakkalda satılanları da mevcut. Ben maliyet düşünerek bunu da kendim yaptım. Bir gün içerde Leyla’nın altını değiştirip salona geri döndüğümde acıkmış yemek yiyen kardeşimi gördüm “Abi bu ne biçim pilav?” diyordu. Demek ki doğru yoldaydım.

Yemek yapmak ya da hazırlamak işin zor kısmı değil. İşin daha zor iki yanı var.

Birinci zorluk bebeğe yemek yedirmek: Her ne yaparsanız yapın, hangi yemek için uğraşırsanız uğraşın, bebekler çikolata türevleri hariç her şeyi reddedebilme kapasitesine sahipler. Özellikle kaşığa yeni alışmaya başlayan bebek, yutma refleksleri çok iyi gelişmediği için değişik renklere sahip olabiliyorlar. Yutma refleksleri gelişmemiş olmalarına rağmen ağızlarındaki yemeği dışarı çıkarabilme refleksleri maşallah. Ağızlarına ne verseniz “Pfürüt” sesiyle dışarı çıkartabiliyorlar. Büyük sabır ve profesyonellik gerektiren yedirme işini çeşitli oyunlarla süslüyorsunuz. Yemek yedirirken girdiğiniz kılık, yaptığınız hareketleri dışarıdan izleme imkanınız olsa asla yapmazsınız ama o yedikçe siz seviniyorsunuz. Bebeğinizin yarım muzun püresini yediğinde yaşadığınız sevinç anlatılmaz.

Yarım muz yedikten yarım saat sonra bebeğiniz biyolojik bir hareket yapıyor. İkinci zorluk burada başlıyor. Bugüne kadar sadece anne sütüyle beslenmiş olan bebeğinizin kakası nişastamsı bir kokuyla bezeliydi. Leyla’nın ilk öğünü pirinç lapası, yoğurt ve muz püresiydi. Yarım saat sonra altını açtığımda gerçek bir canavarla karşılaştım. Leyla, altını her açtığımda gülen bir bebekti, şimdi de gülüyordu ve ben artık bu gülüşün anlamını biliyordum. İşin kötüsü aylar ilerledikçe Leyla’nın yiyebileceği şeyler artacaktı. Sadece lapa, yoğurt, muz üçlemesinden bu biyolojik atığı üretebilen bir bünyenin Büryan Kebabı yediğinde ne yapabileceğini tahayyül bile edemiyordum.

Önümde çözüme ulaştırılması gereken bir uzun vadeli bir de kısa vadeli sorun vardı. Kısa vadede çözülmesi gereken sorun, ben yemek yaparken Leyla’nın ne yapacağıydı? Bebekler büyüdükçe çok daha fazla ilgi bekliyorlar. Uzun vadede ise bez sorununu halletmeliydik. Bu konuda en güzel açıklamayı lisansı dolayısıyla çocuk psikolojisi ile uğraşmış kardeşim yapmıştı:

“Abi, eğer biri bebeklere bezi sorunsuz bıraktırabilecek bir teknoloji bulursa kesinlikle Nobel Ödülü alır.”

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook