Hayır, Fidel Leyla'yı Öpmedi

Uçaktan indiğimizde pasaport kontrolü için sıra bekliyorduk. Ondan önce de bir arama vardı. İşte orada kimin, kime nasıl değer verdiğini anladım. Sevgilimi aramıyorlar, onu X-Ray cihazlarından uzaktan geçiriyorlardı. Hatta birkaç asker kadın onunla konuşup “Ne kadar güzel, burada çok eğleneceksiniz.” Gibilerden laflar ediyorlardı. Ne demek istediklerini birkaç gün içinde anlayacaktık.

Ama öpsün çok istemiştim…

5 aylık hamile bir kadın, hayatında ilk defa okyanusu geçecek olan ben ve kadının karnında bulunan, doğumuna 4 ay kalmış olan Leyla… Küba’ya gidiyorlar.

İsmini Leyla koymaya karar verdiğimizde mutluydum huzurluydum. Leyla ismini çok sevmiştim, kızıma çok yakışacağına emindim. Artık görünmeyen bebekten bahsederken kullanacağımız bir isim vardı. İlk olarak hoşuma giden de buydu zaten.

Burada yolculuk ve Küba’yla ilgili çok fazla ayrıntıya giremeyeceğim, üzgünüm. Leyla, hamilelik ve benimle ilgili konuşmaya devam edeceğiz…

“Gidip dönememek var” lafı hiç bu kadar güzel gelmiyordu kulağa. Gidip dönemesek diye çıktık yollara. Aklımda, havsalamda Küba ile ilgili biriktirdiğim ne varsa evde bıraktım ve taksiye bindim. Bir büyük çanta sırtımda bir küçük çanta sevgilimin sırtında… Atatürk Havalimanı’na her zaman ki kontroller eşliğinde, kendimizi biraz daha terörist zannederek girdik. İki güzel aramadan sonra bir de Fransa’da aramaya maruz kalacaktık neredeyse ama sadece aktarma olduğundan güvenlik görevlilerinden mümkün mertebe uzak durarak Küba uçağını beklemeye başladık.

3 saatin üzerine yapacağımız yaklaşık 11 saatlik yolculuk için bindiğimiz uçağın koltukları gözümüzü korkutmaya yetmişti. Ancak ekonomi sınıfından alabildiğimiz için daracık koltuklarda seyahat mecburiyeti Leyla’yı ve annesini düşündüğümde benim için işkenceydi. Kendi koltuğumdan feragat edip uçağın içinde bir o yana bir bu yana gezinmeye başladım. Yanımızdaki arkadaşlar ara sıra bana yer veriyordu. Tek teselli gideceğimiz noktanın Küba olmasıydı.

Uçakta elden geldiğince içki içerek kendimi avutmaya çalıştım. Bizimle beraber seyahat eden 21 kişilik (evet saydım) bir Türkiyeli grup daha vardı. Küba ile ilgili bir şey anlatmayacağım demiştim ama bunu anlatmazsam kendimi kötü hissedeceğim. Bir elektronik firmasının bayilerine verdiği bir hediyeden yola çıkan bu 21 kişilik grup eğlenceliydi. Bir süre sonra onlarla muhabbet etmeye başlamıştık. Bizim grubumuz, Leyla hariç, 4 kız 2 erkekten oluştuğu için dikkat çekmiş olmalı ki bir ara bir tanesi kulağıma eğilip “Yanlış anlamazsanız size bir şey soracağım” dedi. Yanında getirdiği viskiden 3. kadehimi aldığım için kabul ettim sorusunu.

-“Ya, siz çok güzel bir gruba benziyorsunuz. Kızlı erkekli. Hadi bizim Küba’ya gidiş amacımız belli ama siz neden gidiyorsunuz?”

-“………”

Sadece Küba değil, dünyanın bir çok ülkesi için algımız bu yönde olduğundan biri hamile dört kız ve yanlarında bulunan 2 erkeğin Küba yollarında bulunması ilginçti.

Uçaktan indiğimizde pasaport kontrolü için sıra bekliyorduk. Ondan önce de bir arama vardı. İşte orada kimin, kime nasıl değer verdiğini anladım. Sevgilimi aramıyorlar, onu X-Ray cihazlarından uzaktan geçiriyorlardı. Hatta birkaç asker kadın onunla konuşup “Ne kadar güzel, burada çok eğleneceksiniz.” Gibilerden laflar ediyorlardı. Ne demek istediklerini birkaç gün içinde anlayacaktık.

İlk günden son güne kadar Küba’da hamilelere ne kadar özenli davrandıklarını gördük. Gelecek çocukların üzerine kurulduğu için hamileler el üstünde tutuluyordu. Konaklama için bir şey ayarlamadığımızdan, “Casa Particular” denen, devlet izniyle evlerinin belirli odalarını kiralayan ailelerin yanında kalıyor, onlarla yemek yiyor, evdeki vaktimizi onlarla geçiriyorduk. Özellikle yemek yeme saatinde hamile bir kadın olduğundan ona uygun şeyler de pişiriliyordu.

Bizi asıl şaşkınlığa uğratan ise kasabaları, şehirleri gezdikçe gördüğümüz, “Hamile Evleri”ydi (La Casa Embarazada) cesaret edip birine girdiğimizde şunu gördük. Bir ev, bahçeli, verandada bir sürü sallanan sandalye, içeride broşürler, duvarlara çizilmiş emzirme, bebek tutma, aşı tablosu gibi resimler, yiyecek içecek için küçük bir mutfak ve sürekli orada bulunan bir hemşire.

Aslında hamileler için durum şu Küba’da. Bir kadın hamile olduğu anlaşıldığı an izne ayrılıyor. Her şehirde, şehrin büyüklüğüne göre, bir ya da daha fazla “Hamile Evi” var. Bu evlere gitmek şart değil ama gidilmesi öğütleniyor çünkü bu evlerde doğuma kadar nasıl bir süreç sizi bekliyor o anlatılıyor. İş çıkışında kocalar buralara gelip eşlerini alırken onlara da benzeri şeyler anlatılıyor. Ne kadar ilginç değil mi? Bizim ülkemizde anneler son güne kadar çalışmak istiyorlar. Burada onların bir hatası yok; onlar son güne kadar çalışmak istiyorlar ki doğumdan sonra çocuklarıyla daha çok vakit geçirebilsinler. Küba’da doğum sonrası izni 1 yıl. Ayrıca babalar da 1 ya da 2 ay izin alıyorlar.

Çocuğunuzun masraflarını ise devlet üstleniyor. Burası biraz karışık çünkü aslında Küba’da yetişkinlerin masraflarını da devlet üstleniyor. Biz nerede ve ne şartlar altında doğum yapalım, bunun ne kadarını biz ödeyeceğiz, devlet bize ne kadar para verecek gibi şeyler düşünürken Küba’da elbette doğum ve doğum sonrası bakım da ücretsiz. Yanlış anlaşılmasın erkeklerin de sağlık giderleri devlet tarafından karşılanıyor ama yabancı hamilelerin de bakımlarını Küba devleti üstleniyor.

Ayıptır söylemesi ben orada her bulduğumu yemek gibi bir oburluk yaptığım için hastaneye kaldırıldığımda acil bir durumum olmadığına kanaat getirilmiş, turistler için özel hazırlanmış bir kliniğe sevk edilmiştim. Dolarları haşır haşır bayılırken doktor sevgilime gülümseyip, sizin için geçerli değil tabi diyordu. Gittiğimiz her yerde, kaldığımız her evde bir hamileye nasıl doğal, abartmadan sevgiyle yaklaşıldığını öğrendim. Çocuk doğduktan sonrası için sizi delirten kaygılarınız olmadan hamile olmanın, bebek bekleyen bir baba olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalıştım. Hamilelerin fazla yemesine gerek olmadığını, dengeli bir beslenmenin daha önemli olduğunu oradaki köylü kadınlardan öğrendim. Evet, bize de doktorumuz anlatmıştı ama ne zaman 40 yaşını aşmış biriyle karşılaşsak bize yemek uzatıyordu… Hamile bir kadının göbeğini açık tutmasının ayıp olmadığını aksine “Aç bu güzel güneşi o da hissetsin” diyen insanların yaşadığını anladım. Dağ bayır, köşe çayır gezerken bir hamilenin oturup dinlenmesi gerektiğini değil, hareket edebildiği kadar hareket etmesi gerektiğini öğrendim.

Hamileler bizim ülkemizde ki gibi sadece yaşlı ve gazilerle bir tutulmuyor, geleceği karınlarında taşıdıkları için el üstünde tutuluyor, her şeyin bilimsel izahatı sayesinde yaşıyorlardı.

Son bir şey anlatmadan edemeyeceğim; Küba’daki ilk gecemize hızlı girmiştik çünkü uçağımız akşam saatlerinde inmişti Havana’ya. Odaya yerleştikten sonra evin sahibesi eğlenmeye gitmişti. Şişe suyu bulamadığım için dışarı çıkıp bakkal aramıştım. Markete benzer, dışarıda içecek dolabı olan bir yere yönlendiğimde oranın bir bar olduğunu anlamıştım ama su alabilirim düşüncesiyle oraya yönlendim. O zamanlar İspanyolcam iyi değildi. Barın sahibi kısa bir muhabbet sonrası benim bu İspanyolcamla işimin zor olacağını söyledi. Sevgilimin İspanyolcasının benimkinden daha iyi olduğunu söylediğimde o ve yanında bulunan iki kişi benim aptal olduğuma kanaat getirmişlerdi. Arka masada benimle flört etmeye çalışan iki kızı göstererek “Bunları ne yapacaksın” diye sorduklarında, onlara “Sevgilim hamile ve şu anda benden su bekliyor, bunları düşünmeyeceğim” demiştim. “Bir kahraman daha geliyor dünyaya” diye bir adet puro vermişti barın sahibi. Kullandığı sıfat “Protoganista” idi ve ben bunu bilmiyordum. Ne demek olduğunu sorduğumda “Hèroe” diyerek kahraman olduğunu açıkladı. “Erkek dişi ayrımı yok mu?” dedim, çünkü o dişi kullanmıştı. Olduğunu öğrendiğimde “Kızım olacağını nereden biliyorsun?” diye sordum. “Bütün herkes kadın doğar” demişti…

Kadınları seksist bir şekilde değil estetik bir şekilde seven, hamilelere yapmacık bir saygı değil gerçekten hissettikleri için saygı gösteren bir ülkeden ayrılıp ülkeme döndüğümde ilk olarak hamile bir kadının daha dikkatli arandığını, göbeğinin açılmasını istediklerini gördüm…

Olsun benim çocuğum bu ülkede büyüyecekti. Dönüşte Atatürk Havalimanı’nda karşılaştığımız en ilginç diyalog ise şu oldu.

-“Bebeğin babası siz misiniz?”

-“Evet benim?”

-“Evli değilsiniz?”

-“Evet değiliz?”

-“Biz nereden bilelim bebeğin babasının siz olduğunuzu?”

-“Size ne ki?”

Daha önce düşünmüştüm ama ilk defa o zaman evlenmeden çocuk sahibi olmanın bu ülkede belirli zorluklar yaşatacağının farkına varmıştım…

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook