Masum Bebek Babasının Oyuncağıdır

Leyla 3 aylıktı ve artık evde yalnızdım. 3 aylık bebekler artık bazı duygularını gösterebiliyorlar. Gülüyorlar, yalnız kalmaktan hoşlanmıyorlar, bir şeyi belli bir süre vermezseniz kızıp ağlayabiliyorlar. Evet, bunu denemek için bir süre biberonu gösterip vermedim.

Ben 10 yaşındayken babamın tayini Antalya’ya çıkmıştı. Bu da ilkokulun son sınıfını Antalya’da okuyacağım anlamına geliyordu. Bir hafta kadar sonra okula, öğretmenime ve arkadaşlarıma alışmış, ortalıkta “Ben sizi sevmiyorum” diye bağırmaktan vazgeçmiştim. Bunda ağzıma ağzıma yediğim cetvel darbelerinin de etkisi vardı tabi. Okula alıştığımı gören sevgili öğretmenim bir gün bana “Yarın Andımız’ı sen oku Borga” dedi. Bu şerefli görev bana verildiği için çok mutluydum. Hayır değildim. Kesinlikle mutlu değildim. Andımız o zaman da mantık olarak bana tersti.  10 yaşındaki çocuğun nesine güvenmiyorsun da her sabah yemin ettiriyorsun? Bu soruyla uyandım o sabah. Anneme pek bir şey belli etmiyordum çünkü görümceler, eltiler takımını toplayıp gelmesini istemiyordum okula. “Kızlar koşun bizim oğlan sahne alacak.” Giyinmek üzere kahvaltı masasından kalktım.  Annem odamda kıyafetlerimi hazırlıyordu. Önlük, zaten default gelen bir aksesuar, hazırdı. Fakat onun altına giyilecek şeyi bulmak gerekirdi. Anneme altıma ne giyeceğimi sorduğumda eliyle bana bir “şey” uzattı. Sizi fazla zorlamak istemiyorum ama lütfen gözlerinizi bir an kapatıp gördüğünüz en çirkin pantolonu hayal edin. İşte o pantolonu benim pantolonum yanına koyduğunuzda, size çirkin gelen pantolon hoşunuza gidebilirdi. Annem elinde KENDİ ÖRDÜĞÜ yeşil bir TAYT tutuyordu.
Örgü, yeşil, tayt kelimelerinin bir arada kullanıldığı başka bir cümle bulana 2 maaşımı vereceğim.
O gün, çakma Peter Pan kılığında Andımız’ı okumaya çıkıp, okuyamadığımda ve müdürden enseme tokadı yiyerek yerime yollandığımda ne kadar utandıysam, Leyla’yı kötü emellerime alet ettiğim ilk seferi de anlattığım için de o kadar utanıyorum.
Başlıyoruz.

Leyla 3 aylıktı ve artık evde yalnızdım. 3 aylık bebekler artık bazı duygularını gösterebiliyorlar. Gülüyorlar, yalnız kalmaktan hoşlanmıyorlar, bir şeyi belli bir süre vermezseniz kızıp ağlayabiliyorlar. Evet, bunu denemek için bir süre biberonu gösterip vermedim.

Bu durum onunla daha fazla ilgilenmemi sağlıyordu. Onunla oynayabileceğim çeşitli oyunlar keşfedip oyalanabiliyordum, fakat takdir edersiniz ki Leyla kolay sıkılıyordu. Sonra o garip yüz ifadesini takınıyordu, ardından ben altını değiştiriyordum. Günler kolay geçmiyordu yani anlayacağınız. Tam bu anlarda iki yakın arkadaşım imdadıma koştu. Tamer ve Tuncay bağımsız çalışan insanlardı ve çalışmadıkları zaman bana geliyorlardı. Programımız genelde 09:00 kahvaltı, Leyla ile oyunlar, sohbet, Leyla uyurken temizlik ve yemek daha sonra da dışarı çıkmak şeklinde oluyordu. Dışarı çıkarken Leyla’yı da yanımıza almayı ihmal etmiyorduk.
Mekanımız genelde kalabalık İstiklal Caddesi’ydi. İstiklal’i baştan sona yürüyor, Tünel tarafında bir şeyler içiyor daha sonra da eve geri dönüyorduk. İkinci ya da üçüncü çıkışımızda ilginç bir şey keşfettik. Kadınlar bize bakıyordu. Sanırım bebek kadınlar üzerinde farklı bir etki yaratıyor. Kadınların bize bakması bizim üzerimizde de farklı bir etki yaratıyordu. Egomuz yükselmiş bir biçimde koltuklarımızın altında karpuz taşırmışçasına yürüyorduk. Kadınlar gelip Leyla’yı seviyor, bize çeşitli sorular soruyor, yaşı biraz geçkin olanlar bize tavsiyeler veriyordu. Kadınların bizlerle ilgilenmesi hoşumuza gidiyordu. Aramızda evli olan Tamer kısa bir süre sonra “Sanırım ben de bebek istiyorum.” demeye başlamıştı.
Artık dışarı çıkmak çok daha zevkli hale gelmişti. Resmen kadınlarla flört ediyorduk. Başımıza sık gelen bir şey olmadığı için bu bizi çok heyecanlandırıyordu.
Yine Tünel’e kadar yürümüş ve bir yerlerde oturmaya karar vermiştik. Bir yandan Leyla’ya sütünü verecektik bir yandan biz de birer kahve içecektik. Kahvelerimizi içip bir Leyla ile ilgilenirken yan masadaki iki kadın dikkatimizi çekti. Bizi gösterip konuşuyorlardı aralarında. Herhangi bir yerde kadınların bizi gösterip hakkımızda konuşmaları en son bizim bebekliğimizde olmuştu sanırım. Heyecanlanmıştık elbette.
“Sanırım kadınlar bizden çok daha sevgi dolu, vicdanlı yaratıklar” dedi Tuncay.
“Ne alakası var? Tamamen bebekli erkeklerin daha masum olduğunu düşünüyorlar.” dedi Tamer.
“Her ne olursa olsun bebekli bir erkeğin çekici olduğu gerçeği değişmeyecek beyler.” dedim. Bu arada kadınlar masalarından kalkıp yanımıza yaklaştılar. Tuncay bayıldı.
Kadınlar masamıza gelip “Ay çok tatlı” nidalarıyla Leyla’yı sevmeye başladılar. Yaklaşık otuz saniye sonra kadınların bizimle diyaloga gireceğinden emindim. Ben aşağıdan Tamer’in bacağına vurmaya başladım. Tamer bana dönünce “Bak şimdi.” anlamında gözümü kıptım.
On beş saniye gecikmeyle kadınlardan biri bir Leyla’ya bir de bize baktı.
“Eeee… Babası sizsiniz.” dedi beni göstererek.
“Evet” dedim, “O kadar benziyor muyuz?”
“Ay aynı dudaklar, aynı burun.” dedi kadın.
“Ona çok tatlı dediğinize göre bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum.” dedim
Kadın Leyla’yı sevmeye geri dönmüştü, hatta Leyla’yı pusetinden kaldırıp kucağına aldı ve bizim masamıza oturdu. Demek ki muhabbet sürecekti. Tam o an Deccal geldi…
“Annesi nerede?” diye sordu kız
“Annesini kaybettik.” dedim.
Tuncay ve Tamer’in gözleri hiç olmadığı, olamayacağı kadar büyüktü. İkisi de gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.
“Ayyy!” diye haykırdı kadın “Çok üzüldüm, başınız sağ olsun.”
“Sizler sağ olun” dedim
“Çok özür dilerim, yaranızı deştim.” diye devam etti.
“Yok, artık geçti acısı, unutmaya çalışıyorum, malum Leyla gibi bir sorumluluğum var.”
“Çok zor oluyor değil mi?” diye sordu kadın.
“Arkadaşlarım var, onlar yardım ediyorlar sağ olsunlar.” dedim.
Tuncay ve Tamer’in dudakları kıpırdıyordu. Açıkça küfür edemiyorlardı bana.
“Ama annesiz bir çocuk çok zor tabi.” diyerek bir adım attım. Beklenen karşılık hemen geldi.
“Ay tabi ki, tahmin edebiliyorum. Tekrar evlenecek misiniz peki?”
“Pedagoglar, eğer istiyorsam, Leyla daha fazla büyümeden bu işi yapmam gerektiğini söylediler.” diyerek yalanımı bilimsel temellere dayandırdım.
“E siz ne yapacaksınız peki. Var mı bir aday?”
Kadına o an evlenme teklif etsem direkt “Hayır” yanıtını almazdım herhalde. En azından düşünürdü.
Bir müddet daha bu konuşmayı sürdürdükten sonra özür dileyerek kadına şaka yaptığımızı anlattık. Kadın biraz kızmakla birlikte kendisi de olaya güldü. Hatta kameralar nerede gibilerinden gereksiz espriler yaptı.
Akşamüstü eve gittiğimizde hala muhabbeti hatırlayıp gülüyorduk. Tamer’in karısı ve Leyla’nın annesi de bize katıldıklarında olayı anlattık. Onlar da güldü, fakat bizim ne kadar ahlaksız yaratıklar olduğumuzu da söylemeden geçemediler. Misafirlerimiz gittikten sonra ben bir daha Leyla’yı dışarı çıkaramayacağımı öğrendim…
Tabi ki çıkarabilecektim Leyla’yı ama çok dikkatli olmak kaydıyla. Çünkü ertesi gün pusetlerdeki emniyet kemerinin ne kadar önemli olduğunu çok acı bir deneyimle öğrendim…
Not: Bu anımın biraz değiştirilmiş halini senaryo olarak yazmıştım. Bu senaryo Kanal D’de yayınlanan “Haneler” adlı dizi ile ekranlara yansımıştı. Sonra çaldın çırptın demeyin lütfen.

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook