Bizim de minik kızımız 1 yaşına yaklaştığı için bir parti düzenleyip arkadaşlarımızı ve çocuklarını çağırmak istedik. Çevremizdeki bütün arkadaşlarımız kariyer hevesine daldıkları için çocuklu yakınımız yoktu. Leyla’nın da arkadaşı yoktu, bu zamana kadar antisosyal yaşamasını kınadık kızımızın…
Daha ben küçük bir çocukken annemle yaptığımız anlaşma şöyleydi. Ben canımın istediği gibi davranabilecektim, yaramazlık yapabilecek, istediğim zaman yemek yiyip istediğim zaman yemeyecektim (çoğunlukla yemeyecektim)… bunun karşılığında Allah bana benim yarım kadar yaramazlıkta bir çocuk verecekti. Söylenecek bir şey yok…
8 yaşımdayken bu bedduayı aldığımda 20 sene sonrasını düşüneceğimi zannetmiyorsunuz herhalde. Yapabileceğim şeylerin sınırı yoktu. Geceleri geç saatlere kadar sokakta kalabilirdim, okuduğum okulun tuvaletine torpil atabilirdim, balkondan aşağıya tükürebilirdim ve hatta sayısız uçak atabilirdim… ama en önemlisi istediğim kadar sinemaya gidebilirdim.
Büyüdüğüm kasabada (Antalya-Merkez) sadece tek bir sinema olmasına ve haftada bir film izleme imkanımız olmasına rağmen ben birden fazla kereler sinemaya gitmek için tarifi imkansız taklalar atıyordum. Bunlardan en önemlisi bilet+mısır için verilmiş olan paranın mısır kısmını ertesi gün bilet olarak kullanmak istemem ve anneme “Anne bana mısır patlatsana” diyerek sinemaya ağzına kadar mısır dolu çöp torbasıyla gitmemdir. Görevliler beni engellemeye çalışmışlarsa da kararlılığım sayesinde Rocky 4’ü mısır eşliğinde izlemeye nail olabilmiştim.
O gün Rocky 4 isimli filmden öğrendiğim çok önemli üç şey vardı:
O gün sinemada bir ritüel gerçekleşmiş ve Rock Balboa Ivan Drago’yu on üç round sonunda nakavt ettiğinde salondaki herkes çılgınca gerçekleşmişti. Ben de alkışlamak istemiştim ama, Rocky Balboa’nın (nam-ı diğer Sylvester Stallone) o anda Miami’deki evinde oturup margaritasını yudumlamak gibi çok ehemmiyetli bir işi olduğundan bizi duyamayacağını biliyordum. Ayrıca ayağa kalkarsam kucağımdaki mısırları nereye koyacaktım…
Bir bebek için bir yaş doğum günü düzenlemek sinemada izlediğiniz filmdeki kahramanın bir hareketini çok beğenip onu alkışlamak gibi. Sizi anlayamıyorlar… dolayısıyla lütfen kendimizi kandırmayalım. 1 yaş doğum günleri büyükler için düzenlenen partilerdir.
Bizim de minik kızımız 1 yaşına yaklaştığı için bir parti düzenleyip arkadaşlarımızı ve çocuklarını çağırmak istedik. Çevremizdeki bütün arkadaşlarımız kariyer hevesine daldıkları için çocuklu yakınımız yoktu. Leyla’nın da arkadaşı yoktu, bu zamana kadar antisosyal yaşamasını kınadık kızımızın…
Sadece Evrim’in çalıştığı yerde çalışan İspanyol çiftin İrene (4) ve Angela (3) isimli kızlarını davet edebilmiştik.
Evrim çalıştığı ve Leyla ile ben evde olduğum için partiyi düzenlemek bana düştü. Hemen bir parti düzenleme komitesi kurdum. Komitede iki kişi vardı; Leyla ve ben…
Bir bebeğe doğum günü partisi düzenlemenin en güzel yanı ondan gizli bir şekilde parti hazırlamak zorunda kalmıyorsunuz. Önce Leyla ile alışverişe çıktık; Leyla yanımdayken evimizi süsleyecek şeyleri seçebiliyordum. Hatta aldığım malzemeleri onun kucağına falan koyuyor, arabayla yük taşımanın dayanılmaz konforunu yaşıyordum. Balonlar, kedi merdivenleri… diğerlerinin ismini hiç bilmediğim için yazamıyorum ama bir sürü süs eşyası alıp eve geldik.
Leyla’nın annesi izin alıp gelmişti ve Leyla’yı dışarı çıkarmak istedi. “Neden?” diye sorduğumda ise, “Biz çıkalım, sen evi süsle sürpriz olsun Leyla’ya.” cevabını verdi. “İyi de Evrim sürpriz yapacağımız kişiyi şu an kucağında tutuyorsun, ne olacak ki süslemeyi görse.” dediğimde ise “Hayır hayır, sen süsle…” dedi, Parti düzenleme komitemiz dağılmıştı.
Evrim kapıdan çıkarken ise kafama bir soru işareti yerleştirip çıktı.
“Borga’cım, kapıya da şöyle güzel bir ‘HOŞ GELDİNİZ’ yazsana.”
“Evrim Leyla okuma bilmiyor daha.”
“Olsun sen yaz. İspanyolca da yaz.”
“O neden o?”
“Irene ile Angela da geliyor.”
“İyi de onlar da daha okuma bilmiyorlar.”
“Olsun sen yaz…”
“Challenge Accepted…”
Ev süslendi, yazılar yazıldı. Şimdi sırada mutfaktaydı. İnönü Stadı’nı bilmeyenler için söyleyelim, gayet güzel yemek yaparım. Ben sofra hazırlıklarına başladığımda Tuncay da yardıma gelmişti. O benden daha iyi yemek yapar. Düşünün artık mutfağı. Önce Leyla için bir doğum günü pastası yaptım. Krema kullanmak istemediğim için “İyi ki doğdun Leyla” yazısını ceviz kırıklarından yazmıştım. Mükemmele yakın bir çalışmaydı. Büyükler içinse, kısır, mercimek köftesi, makarna salatası, cips vardı. İçecek olarak ise Sangria yapmaya karar verdim. Ayıptır söylemesi Sangria’yı “Benim” diyen İspanyol’dan daha güzel yapıyormuşum da haberim yokmuş. Zaten İspanyollar “Benim” demiyor, “Yo soy” ya da sadece “Soy” diyor.
Misafirler gelmişlerdi. Ne Leyla, ne Angela, ne de Irene kapıdaki yazılara itimat etmediler. Tavandan sarkan süslere de itimat etmemişlerdi çünkü çok kısaydılar, sadece yerde duran balonlar onların genel eğlence kaynağı oldu.
İlk doğum günleri bebeklerin pek anlayabildiği bir şey değil ama çevresindeki büyükler çok eğleniyor. Hediyeler açıldıkça büyükler 1 yaş için alınmış oyuncaklarla oynamaya başlamışlardı. Şöyle bir sahne düşünün; 40 yaşında sakallı bıyıklı ve 2 metre boyunda bir gazeteci, bir elinde sangria tutarken diğer elinde çıngıraklı köpek tutuyor. Bir yudum sangriadan içiyor bir tur köpeği çeviriyor. Adama izin versek anahtarlık yapacak oyuncağı.
İçkiler içiliyor, yemekler yeniliyor eğlence devam ediyordu. Pasta mumu üflendikten sonra (küçük bir sır, çok uğraşmayın onlar üflemiyorlar) ortam biraz daha neşeli hale gelmeye başladı. Ona hediye edilen dans eden eşeğin karşına geçip dizlerinin üzerinde dans eden Leyla herkesi neşelendiriyordu. Ne olduysa bu sırada oldu.
Ortamdaki ilginin onun üzerinden çekildiğini anlayan Angela da dans etmeye başladı. Sanırım bu şov ona yeterli gelmemiş olacak ki, hemen konseptini değiştirip ablası Irene’yi de dansa kaldırdı. 3 yaşında bir çocuk çok şık dans edemediği için pek ilgi çekmeyince dansını dövüş sanatlarıyla süslemeye başladı bir anda. Brezilya’dan çıkan ve Capoeira diye adlandırılan dansı yapmaya başlayan Angela ve Irene ortamda ufak çaplı bir kaos yaratıyorlardı. Onları durdurmak parti düzenleme komitesine düşüyordu.
Onlar için bir oyun keşfettim. Leyla’nın oyuncaklarını koymak için aldığım tekerlekli plastik kutulara sığabilecek olan bu iki kardeşi birer kutuya yerleştirdim. Ve babalarıyla karşılıklı olarak birbirimize Irene ve Angela atıyorduk. Bunu gören Leyla da kutuya binmek istedi, ona da kabul. Ama lütfen her başlangıcın bir sonu olsun… Lütfen!
Yaklaşık 2 saat boyunca 3 kişi 3 tekerlekli kutuya binmiş 3 çocuğu birbirimize atmak suretiyle onları susturmaya çalışıyorduk. Bırakın susmayı, biraz az bağırırlarsa güneş patlayacakmış gibi davranan üç çocuk (dikkat ederseniz hala canavar falan yazmıyorum) sadece bağırmakla kalmıyor şarkılarla da süslüyorlardı. Genel olarak Angela ve Irene’nın başı çektiği müzik grubuna Leyla çığlıklarıyla eşlik ediyordu.
O an anladım annemin ne kadar temiz kalpli olduğunu. Annemin duaları kabul olmuştu. Bir değil üç kere… ve bu daha birinci yaş günüydü. Daha çok uzun yıllar yaşayacak olan, yaşaması için elimden gelenden daha fazlasını yapacağım kızım bir yaşında annemin isteklerini yerine getiriyordu. Benim yaramazlığımın ½ oranında seyreltilmiş halinin bu kadar büyük bir tepkime yaratabileceğini tahmin edememiştim. Eğer çocuğunuz bir yaşına yaklaşmışsa onu hissediyorsunuz…