40 gününü geçirmemiş çocuk dışarı çıkarılmaz dedikleri için hastaneden eve kadar tünel kazmıştım. Kirişler huzursuzluk verse de tünelden eve kadar varabildik.
Evet böyle bir inanış var. “40 gününü geçirmemiş çocuğu dışarı çıkartmayın.” Daha sonra şu geliyor: “Çocuğunuzu sıkı sıkı giydirin”
İlk kriz atlatıldıktan sonra eve gitmemiz gerektiğini söylediler. Aslında yemek, gazete ayağımıza geliyordu, zorlandığımız yerde hemşireler bebek hakkında yardım ediyorlardı, bebeğin ateşi çıksa acil çok yakındı, eve gitmek istemiyordum ama “Almanya’dan hastamız gelecek.” dediler ve bizi sınır dışı ettiler.
40 gününü geçirmemiş çocuk dışarı çıkarılmaz dedikleri için hastaneden eve kadar tünel kazmıştım. Kirişler huzursuzluk verse de tünelden eve kadar varabildik.
Evet böyle bir inanış var. “40 gününü geçirmemiş çocuğu dışarı çıkartmayın.” Daha sonra şu geliyor: “Çocuğunuzu sıkı sıkı giydirin”
Bu iki inanış önce bebeğinizi, ardından onun sıkıntısı yüzünden sizi bezdirebilir. Leyla kara kışın ortasında doğmuştu ama onu hemen her gün dışarı çıkarttım. Kat kat giydirmedim. Bunun yerine ben nasıl üşümüyorsam onu da öyle giydirdim, fazladan sadece bir battaniye örtüyordum üzerine. Tek zorluk karda bebek arabası kullanmak; zincir takılmıyor araca.
Eve geldiğimizde yepyeni bir hayatın bizi beklediğini biliyorduk. Öncelikle annelere ve babalara aslında bekledikleri bir uyarıda bulunduk. “Lütfen bizi yalnız bırakın”
Anneler ve babaların olması bizim için dezavantajlı duruma dönüşebilirdi. Şöyle açıklamaya çalışayım. Büyükanne ve büyükbabalar torunlarını sorumluluk bilincinde değil müthiş bir aşkla seviyorlar. Orada oldukları müddetçe her şeyi gerçekleştirmek istiyorlar, onlar gidince her şey size kalıyor ve bir anda sudan çıkmış balığa dönüşebiliyorsunuz. Bizim ana baba takımı anlayışlı davrandı. Geceleri bizimle olmadılar. Gündüzleri de makul saatleri torunlarıyla paylaştılar.
Bu yüzden kolları biz sıvamıştık. Kolları sıvamanız yetmiyor. Omuzlarınıza bir şeyler örtün. Bütün tişörtlerimin omuz kısımları kusmuk içindeydi. Bebeğinizi kucağınıza alıp onun gaz çıkartmasına yardım ediyorsunuz. Minik şeyler neyi ne kadar içeceğini bilmedikleri için gaz çıkarırken fazladan içtiği sütleri de omzunuza bırakıyor. 6 ay binbaşı gibi dolaştım omzumda apoletlerle.
Dedik ya, minik şeyler neyi ne kadar içeceğini bilmiyorlar. Biz bu yüzden barda kaç arkadaşımızı bıraktık, bunlarda da sürekli bir kaka yapma durumu var efendim. Besin kaynağı sadece süt olduğundan, su bile işe daha dahil olmadığından gene sabredilir bir durum var. İkinci günün sonunda tek elimle bez değiştirebiliyordum. Diğer elimde dergi falan oluyordu. Tuvaletteyken dergi okuma olayına kazandırdığım boyutla kendime ödül bile vermiştim.
Peki başka neler bekliyordu beni. Şöyle sıralayayım:
-Uykusuzluk: Bir çok anne ve babanın aksine biz rahattık. Leyla saatli uyanıyor, sütünü içer içmez uyuyordu. Kolik denilen çocukların aksine Leyla’nın gaz sorunu da yoktu ve gece uykularımız rahattı. Anne baba ilişkisinde şöyle bir olay var. İkiniz beraber kalkın arkadaşlar. Ya da siz merak etmeyin, sizi kaldıracaklar.
-Mendil Tüketimi: Buraya mendil üretimi de yazabilirdim. Çünkü çok ciddi bir şekilde mendil üretimine geçmeyi düşünüyordum. “Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum” diye ortalıkta dolaşanlar var ya hani, ben bu dünyaya böyle bir çocuk getirmek istemiyordum. Sayemizde Küresel İklim Değişikliği başladı. Bu kadar mendil tüketilmez Leyla’cığım. Bakın sadece kakasını yaptıktan sonra kullandıklarınız değil, yere bir şey dökülüyor, kusuyor, sümüğü akıyor, kaka yapıyor… bu son eylemi defalarca yapabiliyor…
-Yüzsüzlük: Çocuğumun her şeyi yeni olsun diye debelenen ebeveynler olmadığımız için Leyla’nın her şeyi başkalarından küçülen şeylerdi. Kıyafetleri, çorapları… Yavrucuğum çok güzel bir kız olmasına rağmen en sevdiği tişört şu anda “Batman” Birçok ihtiyacınız olacak ve bu ihtiyaçları çekinmeden söylemeyi öğreneceksiniz. Misal, hiç bugüne kadar birinden küvet istediniz mi? Adama deli derler be.
-Ses Egzersizleri: Diyaframınızı şişiriyorsunuz ve karnınızın geri gittiğini hissederek “HO HO HO HO HOOOOO”, şimdi tekrar, “Hİ Hİ Hİ Hİ Hİİİİİ!” Evet bir sürü şarkı söyleyeceğiniz için lütfen ses egzersizi yapın. Sonra çocuğunuzun da kötü bir beğenisi oluşmasın. Ben hala ergenlikten kalan sesimle dandini dandini söylediğim için bugün Leyla Serdar Ortaç’a sempati duyuyor.
-Gollere Sevinememe: Özellikle gece maçlarında boru gibi sesinizle “GOOOOOL!” diye bağırınca bebekler uyanabiliyor. Benden tavsiye.
-Yüklü Yolculuklar: Üniversite yıllarında dağcılığın özellikle alpinizm kısmıyla ilgilenmiş biri olarak ne kadar hafif yüklerle seyahat edilmesi gerektiğini çok iyi bilen biriyim. Seyahatlerimde minik çantalarla gezerim normalde. Ama o da ne, iki apartman ötedeki arkadaşınıza mı gideceksiniz. Şöyle bir çanta hazırlıyorsunuz. İç ses modu aktif: 10 tane bez alayım; dur dur dün akşam 15 tane bez kullandık. İki kutu mendil alayım; gel şunu iki koli yapalım. Üç zıbın yeter sanırım; beş, yok mu arttıran. Her ihtimale karşı yanımıza şunları da alalım mı; almaman hata: periyodik cetvel, Portekiz bayrağı, poşet dosya, kurşun kalem, mao posteri…
-Süt Sağma: Bu konuda herhangi bir şey yazmak istemiyorum ama sizin de çok hayal kurmamanızı istiyorum. Teşekkürler.
-Doktora Taşınmalar: Bebek ilk bir ay o kadar çok doktora gidiyor ki… Aslında Leyla yolu öğrenmişti. Birkaç kez beni zahmete sokmadan kendisi gitti ama ben ona yol arkadaşı olmaya kararlıydım. Doktorla gayet kanka konumundaydık artık. “Kızı bir yere bırakıp bir şeyler içmeye ne dersiniz?”
-İşsizlik: Sanırım en büyük sorun buydu arkadaşlar. Siz sayın okuyucuları da bu blogda neyin beklediğini bilin diye bu maddeyi ekledim. Leyla doğduktan 3 ay sonra annesinin izni bitiyordu. Leyla’ya bakacak kimse yoktu. Hem büyükannelere hem de Leyla’ya haksızlık etmek istemediğimizden bu fikirden vazgeçmiştik. Bakıcı fikri ise benim hoşuma gitmiyordu. Leyla’nın annesinin işi benim işimden çok daha iyi bir işti, bu yüzden ben işi bırakmaya karar verdim. Önümüzdeki 1 yıl boyunca Leyla’ya ben bakacaktım.