Dikkatli Olun

Doktordan çıktığımızda öğlen olmuştu ve hava sıcaktı. Leyla’nın uyku vakti gelmişti. Bir kafeye oturmaktansa arkadaşım Attila’ya gitmeye karar verdim. Ati 7 ay süren motosiklet gezisinden yeni dönmüş, İran, Pakistan, Nepal, Hindistan rotasında yaşadığı güzel şeylerden sonra tekrar gelip iş aramaya koyulmuştu, bir yandan da Türkiye’ye alışmaya çalışıyordu. Yani evdeydi. Evlerinin altına geldiğimde arabayı yukarı taşımam için aşağıya gelmesini söyledim. Yaklaşık iki dakika sonra ayağında şıpıdık terlik (parmak arası), ilginç renklere (misal Van Dyke sarısı) sahip bir bermuda şort ve üzerinde önü açık pespaye bir gömlek olan bir adam indi merdivenlerden.

Süper kahraman olarak ilk yapmanız gereken şey kendinizi düşünmekten vazgeçmenizdir. Sizin gücünüze ihtiyacı olan milyonlarca insan var. Yoksa Batman da bilir Batmobil’e atlayıp Bağdat Caddesi senin Etiler benim gezmeyi, Flash da bilir sabah Paris’te kuruvasan, öğlen İspanya’da tapas, akşam Moskova’da havyar yemeyi. Gücünüzü, başkalarını düştüğü kötü durumlardan kurtarmak için kullanmak zorundasınızdır. Onların sizlere ihtiyacı var.

Babalık biraz süper kahramanlık gibi… Ya da ben o kadar yüksek egoya sahibim ki böyle hissediyordum. Ama düşünün bir kere hiçbir şey yapamayan biri var. Onun tüm ihtiyaçlarını gidermek ve yaşamını devam ettirmesini sağlamak sizin elinizde.

Evet, ben kendimi sırf bu yüzden süper kahraman gibi hissediyordum. Fakat yaşadığım bazı şeyler var ki bırakın süper kahraman olmayı benim süper salak biri olduğumu kanıtlıyordu.

Rutin kontrol için hastaneye gitmiştik. Leyla’nın gelişimi normal seyrinde devam ediyordu. Hatta artık süt haricinde bazı gıdalara geçebilirdik. Bazı gıdalar dediğimizde nişasta lapası, yoğurt gibi şeyler. Leyla bir süre daha ağız tadıyla Ali Nazik yiyemeyecekti.

Doktor her gidişimizde “x. ayda sizi neler bekler” konulu bir kompozisyon veriyordu. Bu komposizyonlarda hem bebeğinizin artık neyi yapıp yapamayacağı (Başını dik tutabilir, ayağa kalkabilir, 20. mertebeden diferansiyel, denklemleri çözebilir vs…) ve sizi hangi tehlikelerin beklediği (korunaksız yerlerden yuvarlanıp düşebilir, kafasını kovaya sokabilir, yayımlanmamış bir kitabın kopyalarını imha edebilir vs…) yazıyordu.

Bu ayki kompozisyonda büyük harflerle şu yazıyordu:

“LÜTFEN ÇOCUĞUNUZUN KUVVETİNİ KÜÇÜMSEMEYİN”

“Bu tatlı şeyin mi? Ne yapabilir ki?” diye düşünüyorsunuz haklı olarak. Sonra sizi bilek güreşinde yendiğinde anlıyorsunuz…

Bebeklerin inanılmaz bir kuvveti var. Kendilerini çekebiliyor, itebiliyor, bir şeyi sıkı kavradığı zaman bırakmayabiliyorlar. Bütün bunların sebep olabileceği kazaları azaltmak için emniyetinizi sağlama alın önerisini veriyorlar.

Bebeklerin anne ve babaları için puset adı verilen şeyler icat edilmiş. Puset bebeğin oturabileceği ya da yatabileceği, dört ya da modeline göre üç tekerlekli (kesinlikle iki tekerlekli değil), EMNİYET KEMERİ OLAN, küçük arabalar. Arabaya bebeğinizi oturtup bebeğinizle gezebiliyor, bebeğinizi taşımaktan yorulmuyor, mağaza vitrinlerinde kaybolabiliyorsunuz. Bundan bir tane de bizde vardı.

Doktordan çıktığımızda öğlen olmuştu ve hava sıcaktı. Leyla’nın uyku vakti gelmişti. Bir kafeye oturmaktansa arkadaşım Attila’ya gitmeye karar verdim. Ati 7 ay süren motosiklet gezisinden yeni dönmüş, İran, Pakistan, Nepal, Hindistan rotasında yaşadığı güzel şeylerden sonra tekrar gelip iş aramaya koyulmuştu, bir yandan da Türkiye’ye alışmaya çalışıyordu. Yani evdeydi. Evlerinin altına geldiğimde arabayı yukarı taşımam için aşağıya gelmesini söyledim. Yaklaşık iki dakika sonra ayağında şıpıdık terlik (parmak arası), ilginç renklere (misal Van Dyke sarısı) sahip bir bermuda şort ve üzerinde önü açık pespaye bir gömlek olan bir adam indi merdivenlerden.

Selamlaşmadan sonra Ati öne geçti, ben de arkadan arabayı taşımaya başladım. Ati önde merdivenleri çıktığı için pusetin önü havaya kalktı…

Siz hiç gözleriyle konuşabilen insan gördünüz mü? Bu yeteneğe sahip insanların birçoğu oyuncu olur bilirsiniz. Ama 3 aylık bir bebekten bunu beklemek neredeyse anlamsızdır.

Leyla’nın oturduğu yerden kayıp bana doğru yaklaştığını gördüm ve gözleriyle konuşuyordu. Şöyle dedi:

“Salak baba! Düşüyorum!”

Leyla’yı tutamadan oturduğu yerden kayıp merdivenlere doğru düşmeye başladı. Yaklaşık bir metrelik mesafeden merdivene düştü. Sol kulağının üstünü, “şakak” diye tabir edilen yerini merdivenin köşesine çarptığını gördüm. Şu an anlatırken bile salise salise gözümün önünde olan sahne buydu ve sona ermemişti. Mantık olarak kendini asla savunamayacak olan bebeğim merdivenlerden yuvarlanacaktı. Leyla ilk düşüşten sonra devam edecekti ki tek elimde bir hamle yapıp onu havada yakaladım. Ati arabayı kendi hakimiyetine almıştı bile. Hemen Leyla’yı kucağıma aldım ve kafasına baktım, alelacele apartmandan çıktık. Bir Leyla’ya bir birbirimize bakıyorduk.    

“Ne yapacağız?” dedi Ati

“Ne demek ne yapacağız? Hastaneye koşacağız.” dedim.

Leyla doğduğu andan beri ilk defa bu kadar acı içinde ağlıyordu. Bir elimde Leyla bir elimde cep telefonu sokaklarda koşturmaya başladık. Telefonla doktorunu aradım.

 “Merhaba ben biraz önce yanınızdan çıkmıştım, sizin dikkatli olun uyarılarınıza rağmen pusetin emniyet kemerini bağlamadığım için Leyla’yı merdivenlere düşürdüm.”

“Öncelikle sakin olun ve ağlamayın Borga Bey” dedi doktor. Ağladığımı o an fark ettim.

“Nasıl düştü? Çok mu yüksekten düştü?” diye sordu doktor.

“Hayır, o kadar yüksek değil, yaklaşık 1 metre” diye cevap verdim.

“Peki, kafası kanıyor mu?” diye sorularına devam etti.

“Hayır, şişti ve morardı.”

“Ha bu iyi bir şey.”

“Bu iyi bir şey” mi? Kardeşim bebek kafasının üzerine düştü, bana son iki dakikadır yaşadığım herhangi iyi bir şey söyleyin. Ülkeye demokrasi gelse umurumda olmaz o an.

“Nasıl iyi?”

“Demek ki çok kötü çarpmamış. Bakın Borga Bey, sakin olun, gelmenize gerek yok. Leyla’yı bir süre uyanık tutun, sürekli gözlemleyin, aşırı kusması olursa o zaman getirin.”

 “Hayır, ben yoldayım beş dakikaya oradayım.”

“Peki, siz bilirsiniz.”

Telefonu kapattıktan sonra aklıma gelmişti. Leyla’ya bir miktar süt içirmeye çalıştım. Biraz olsun rahatlamış, şiddetli ağlaması bir nebze olsun yavaşlamıştı.

Hastaneye ulaştığımızda Ati’yi bekleme odasında bırakıp doktorun odasına koşturdum. Doktoru Leyla’yı yatırıp el, kol, ayak, bacak ve kafasını şöyle bir elledi ve

“Buyurun bir şeyi yok.” dedi.

Ve bunun için 10 sene okul okudunuz ha?

Leyla’nın bu duruma düşmesinin tek sebebi ben olduğum için ortalığa saldırıp birilerini daha kendi durumuma düşürmek istiyordum ama doktor o kadar haklıydı ki…

“Bebeklerin de tıpkı bizim ki gibi kafatasları var ve tahmin ettiğinizden daha sertler. Bu tarz düşmelerde görevlerini gayet iyi yapıyorlar. Siz gene de şiddetli bir şekilde kusarsa lütfen hemen getirin, ama bence Leyla’nın durumu gayet iyi.” demişti.

Biraz olsun rahatladım. Leyla susmuş hatta uyumuştu, biz de bekleme odasında biraz dinlenmeye karar verdik. Ati sordukça olayı hatırladım. Hastaneden çıktıktan sonra Leyla’ya süt içirmeye çalışıyordum. Pusetinde çok rahat olmadığı için emniyet kemerini açıp onu biraz daha yatay duruma getirmiştim daha sonra emniyet kemerini bağlamayı unutmuştum.

Ati “Allahın salağı” diye bağırarak kafama vurduğunda kendime geldim. Özel bir hastanenin pediatri polikliniğinde muayene sırası bekleyen bir grup kadın dehşet içinde, gözlerindeki yaşları sile sile bebeğini nasıl düşürdüğünü anlatan bir babaya ve yukarıda tarif ettiğim gibi kıyafeti olan ve yanındaki adamın kafasına vuran devasa adama bakıyorlardı.

Bunun üzerine eve gidip yoğurt yapmaya karar verdim…  

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook