1 Mayıs

Annesi Leyla’yı tekrar emzirmeye çalışırken ben de sokağın durumuna bakmak için pencereye yöneldim. Bir grup emekçi ya da emek destekçisi, orantılı güç kullanmayı seven polislerle karşı karşıya gelmişlerdi. Benim bulunduğum pencere tam ortalarındaydı. Birinci katta olmamdan dolayı iki tarafında suratlarını görebiliyordum.

1 Mayıs 2008 tarihinde Türkiye’de iki önemli olay oldu. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlamak isteyenler Taksim Meydanı’na çıkamayacaklardı. Hükümetin aldığı bu karar Pürtelaş Sokak ile Kazancı Yokuşu’nun kesiştiği yerde oturan bizi yakından ilgilendiriyordu.
İnönü Stadı’nı bilmeyenler için belirtelim Kazancı Yokuşu ve Pürtelaş Sokak Taksim Meydanı’na çıkışı olan iki yerdir.
O sabah uyandığımızda her şey normaldi. Sabah kahvaltısının ardından sabah jimnastiğimizi yaparak güne başladık. Tabi ki jimnastiği ben yapmıyordum, Leyla’ya yaptırıyordum. Zaten ben doğumdan kalan kilolarımı hala veremedim.
Bebek jimnastiğini fazla büyütmeyin. Bebeğinizin bezini değiştirirken bacaklarını kaldırıp indiriyorsunuz zaten. Bu işlemi kollarına da yapıyorsunuz. Artık destekle rahat bir şekilde kalkan Leyla ile “Fış Fış Kayıkçı” isimli oyunu oynayarak jimnastiğimizi tamamlıyorduk.
 Jimnastiğin ardından Leyla bir kahvaltı daha yapmak istedi. Taksim Meydanı kapalı olduğu için işe gidemeyen annesi ona bir kahvaltı daha sundu. Bu arada Kazancı Yokuşu Taksim’e çıkmak isteyen emekçileri taşımaya başlamıştı, sloganlar yavaş yavaş kulağıma geliyordu. Pencereden baktığımda sokakta birikmiş, orantılı güç kullanmayı seven polisleri gördüm.
Leyla ikinci kahvaltının ardından bir müddet oyun oynadı. Yeni keşfettiğimiz oyun saklambaçtı. Bebekli saklambaç şöyle oynanıyor; bebek bir yerde oturuyor, siz de onun arkasına geçiyorsunuz. On saniye kadar sizi arıyor sonra garip sesler çıkarmaya başlıyor. Siz bu esnada çıkıp “Sobe!” diye bebeğinizin aklını alıyorsunuz, o da tekrar ebe oluyor. Bu oyun bebeğinizin durumuna göre 5-10 dakika arasında sürüyor. Bebeklerin genel özelliği bu aylarda herhangi bir şeye ciddi şekilde konsantre olmamaları. Tamam, okuma yazma bilmiyor olabilirsin ama sana okuduğum Adorno kitabını dinlemeyi öğren be bebeğim.
Biz saklambaç oynarken garip bir şekilde Leyla ağlamaya başladı. Bir bebeğin ağlamasının birkaç sebebi olabiliyor; acıkma, altının kirlenmiş olması… Başka yok. Hemen Leyla’nın altını kontrol ettim. Hayır, temizdi. Leyla’nın acıkıp acıkmadığını anlamak için serçe parmağımı kıvırıp oluşan küçük sivri boğumu dudaklarına koyardım. Onu yaptım parmağımı deliler gibi emmeye başladı. Daha 2 dakika önce annesinden süt içmiş Leyla’nın acıkması normal değildi. Hemen lapa yapmaya koyuldum. Yemedi… Yoğurt… yemedi… Meyve püresi… yemedi…

Annesi Leyla’yı tekrar emzirmeye çalışırken ben de sokağın durumuna bakmak için pencereye yöneldim. Bir grup emekçi ya da emek destekçisi, orantılı güç kullanmayı seven polislerle karşı karşıya gelmişlerdi. Benim bulunduğum pencere tam ortalarındaydı. Birinci katta olmamdan dolayı iki tarafında suratlarını görebiliyordum.

Orantılı güç kullanmayı seven polis eylemcilere “Gelmeyin” diye bağırıyordu. Birinci gaz bombasını gözümün önünden geçerken o an gördüm. Anlayacağınız üzere olayları Federer ile Nadal arasında oynanan bir tenis müsabakası şeklinde izlemiyordum. Endişeliydim ve endişemde ne kadar haklı olduğumu birkaç saniye sonra anladım.
Orantılı güç kullanmayı seven polislerden birinin silahından çıkan gaz bombası pencereye, camlardan birinin çerçevesine çarptı, pervaza düşüp orada hızlı bir şekilde döndükten sonra aşağıya düştü. Orantılı güç kullanmayı seven polislerin kullandığı bu silahın adı “bomba” olduğu için görevini eksiksiz yaptı ve pencerenin dışında bir gaz bulutu oluştu. Pencereler kapalı olduğu için korkmuyordum ama doğalgaz için açık bırakılan menfezi unutmuştum. Salon yavaş yavaş gaz dolmaya başladı ve ben ağlamaya başlamıştım, üzüntüden değil kimyadan. Leyla’yı ve annesini arkadaki odaya götürüp bütün kapıları kapatmıştım.
Salona gelip menfezi kapatmaya uğraştım ama artık gecikmiştim. Tekrar içeri gittiğimde dumanın içerilere gidebildiğini gördüm… Hemen Cihangir’in daha iç kesiminde yaşayan arkadaşlarımı aramak aklıma geldi. Onların muhit daha sakin olmalıydı. Onlara gidebileceğimizi düşündüm.
Leyla’yı sarıp sarmalayıp biraz önce gaz bulutu olan sokaktan aşağı doğru koşmaya başladım. Yaklaşık iki dakikalık depardan sonra Tamerler’in evindeydik. Evlerinin arka balkonuna çıkıp gazın etkisinden kurtulmaya çalıştık.
Ama bir gariplik vardı; Leyla hala ağlıyor ve sürekli süt istiyordu. Doktoruna telefon açarak durumu anlattım. 1 Mayıs 2008’in ikinci önemli, Türkiye’yi daha mikro düzeyde ilgilendiren olay açığa çıktı. Leyla artık annesinin sütüyle doymuyordu. Doktor bize çıkıp hazır besin almamız gerektiğini belirtti, ama Leyla alerjik bir bebek olduğundan sadece belirtilen markayı içmeliydi.
Tamerle birlikte dışarı çıktık. Cihangir’in ara sokaklarından Taksim’e çıkmaya çalıştık önce. Orantılı güç kullanmayı seven polisler bizi karşıladılar. Durumu onlara izah ettiğimde omuzlarını silkeleyerek “Bizi ilgilendirmez, Taksim’e çıkış yasak” dediler. Konuşurlarken “K” harfi yerine kullandıkları “ĞH” karışımı harften onlarla sağlıklı iletişim kuramayacağımızı anladık.
Cihangir’in ara sokaklarında, hastanelere yakın yerdeki eczanelere doğru yollandık. O muhit üç tane tam teşekküllü hastane barındırdığı için eczane sayısı fazlaydı. Bizim ana caddedeki eczanelere yöneldiğimizi gören bir grup orantılı güç kullanmayı seven polis “Gelme, gelme” diye bağırdı. Ben de onlara “Eczaneye gidiyoruz” diye bağırdım. Karşılık olarak bize bir adet gaz bombası hediye ettiler.
Arkamızı dönüp gözlerimizi ovuşturarak kaçarken başka bir sokağa girdik. Bir eczane gazdan kaçanları içeri alıyordu. Biz hem gazdan kaçmak hem de kutsal görevimizi yerine getirmek için eczaneye koşturduk. İstediğim mamanın markasını ve modelini söylediğimde eczacı bana “Geçmiş olsun, onu bugün bulmanız çok zor” dedi. Bir bebeğiniz varsa ya da olduğunda çok iyi anlayacaksınız. Eğer onun bir şeye ihtiyacı varsa o ihtiyacı buluyorsunuz. Ara sokaklardan bir yol bularak önce Karaköy’e ardından Eminönü’ne gittik. Bu arada çeşitli aramalar, orantılı güç kullanmayı seven polislerin sorguları ve bir gaz bombasına daha maruz kaldık. Karaköy ve Eminönü’nde aradığımızı bulamayınca bu sefer Beşiktaş’a yöneldik.
Beşiktaş’ta mamayı bulduğumuz tek eczacıyı dayanamayıp öpecektim ki mamanın son kullanma tarihinin geçmiş olduğunu gördüm. Onlarla da vedalaşıp yolculuğumuza devam ettik. Kendimi yüzüğü araya Hobbitler gibi hissediyordum. Hastanelerin yoğun olduğu bölgelere gidip eczane eczane dolaşıyor ve mamayı arıyorduk. Eğer bebeğiniz varsa ümitleriniz tükenmiyor. Sonunda bir eczanede mamayı bulmuştuk. Benzer yolları kullanarak ve yanımıza bir gaz bombası daha alarak eve döndük.  Bebeklerin mamaya geçişi sancılı olabiliyor. Anne sütüne alışan bebek hazır mamayı anında kabul etmeyebiliyor. Sabahtan beri süt isteyen Leyla ise hazır mamayı fondip yaparak içti. Bana ise biraz mutluluk gözyaşı ile Leyla büyüyüp benden şikayet ettiği zaman ona anlatacak muhteşem bir hikaye kaldı.

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook