Bir İnsanın Doğuşu

-“Güzel kızım, bunu söylemek istemezdim ama az sonra hayatında yaşadığın acıların en büyüğünü yaşayacaksın.”
Bunu söylemesi ne kadar doğruydu bilmiyorum ama sanırım söylenmesi gerekiyormuş…
Bu esnada annenin karnına gene monitör bağlanıyor. Bu monitörde bir öncekinden farklı olarak bir de ağrı skalası var. Hangi birimden olduğunu bilmediğim bu ağrı skalasını şimdi hatırladığım kadarıyla 100 üzerinden değerlendireceğim.

Taksiye binerken aynı anda telefonla konuşuyordum. Doktoru aramış ve durumu aktarmıştım. Sadece su geldiği, sancı olmadığı için telaş yapmaya gerek yoktu. Sadece hastaneye gidip acilden giriş yapmamız gerekiyordu. Taksi akşam trafiğinde yavaş yavaş ilerliyor, biz ise arka koltukta gevrek gevrek Leyla’nın çıkmak için seçtiği mekana gülüyorduk.
 Bu esnada yapılacak bir şey var arkadaşlar. Hamilelik boyunca sizin yanınızda hop oturmuş hop kalkmış bazı arkadaşlarınız var, aileniz var, sizin o an yanında olmasını istediğiniz kişiler var. Bütün bu kişilerin aranması gerekiyor. Bundan sonra, eğer çocuk yapmaya karar verirsem bir telefon zinciri oluşturmaya karar verdim, o gün ödediğim telefon parasıyla 10 paket bez alabilirdim. Herkesin kendinden sonra araması gereken birisi olsun o da ona haber versin arkadaşım. Tamam, ismi kötü olacak ama Afet Koordinasyon Merkezi gibi bir şey.
Ben bu telefon konuşmalarını yaparken trafikte milimetrik hızda ilerleyen taksi şoförü bana kulak kabarttı. Benim “Alo, hocam nasılsın? Bak şimdi, biz de iyiyiz, su geldi ve hastaneye gidiyoruz.” laflarımı duyup kendi içinde bir alarm mekanizmasını devreye sokan şoför bir anda direksiyonu kırdı: -“Abi yenge doğum yapıyor sanırım, hızlanayım mı?”
Adamın hızlanabileceği tek yer kaldırım, orada da çiçekçiler var. Zannediyorum kendisi bir heyecan, bir aksiyon arayışı içinde olduğundan hızlanmak ve kaldırımlarda araba kullanmak istiyordu. Heyecanlanacak bir şey olmadığını söyleyerek onu durdurdum ama acil bir durumda kaldırımda gidebilecek cesarette insanların olması da beni biraz rahatlatmadı değil.
Hastaneye ulaştığımızda telefonla aradığım arkadaşlardan bazıları bizi acilin önünde bekliyorlardı (lütfen trafiği tahayyül ediniz). İçeri girdik, bir odaya alındıktan sonra doktor geldi. Gerekli açılma olmadığı için acilden odamıza çıkabilirdik. O günden beri biliyorum ki bu dünyada bazı şeylerin doğabilmesi için gerekli açılımların olması şart.
Odaya çıkıldı ve bir serum aracılığı ile suni sancı verildi. Sanıyorum suni sancı bebeğin rahatsız olup dışarı çıkmasını sağlamak için yapılan bir şey. İşte tam burada yepyeni bir dünyaya adım atıyoruz sevgili Romalılar.

Previously On Babalara Balon: Hamilelik birinci evreden sonra farklı bir gelişim seyrediyor. Evreleri tekrar hatırlamamız gerekebilir:
1- Le Fabuleux Destin d’Amelie Poulain (Jean Pierre Jeunet, 2001)
2- Il Buono, Il Brutto, Il Cattivo (Sergio Leone, 1966)
3- Apocalypse Now (Francis Ford Coppola, 1979)
Eğer hamilelik bu üç evrede incelenirse bu sancıları şöyle özetleyebiliriz:
The Texas Chainsaw Massacre (Tobe Hooper, 1974)
Bunu ben yaşamamış olmama rağmen söylüyorum bunun da farkındasınızdır umarım. Doktor serumu bağladıktan sonra şöyle dedi:

-“Güzel kızım, bunu söylemek istemezdim ama az sonra hayatında yaşadığın acıların en büyüğünü yaşayacaksın.”
Bunu söylemesi ne kadar doğruydu bilmiyorum ama sanırım söylenmesi gerekiyormuş…
Bu esnada annenin karnına gene monitör bağlanıyor. Bu monitörde bir öncekinden farklı olarak bir de ağrı skalası var. Hangi birimden olduğunu bilmediğim bu ağrı skalasını şimdi hatırladığım kadarıyla 100 üzerinden değerlendireceğim.

Saat: 18.30
30 birim ağrı:
-“Oooo! Demek ki böyle bir şeymiş? Ufak ufak yokladı ha, şimdi hissettim işte.”
Saat: 18.48
50 birim ağrı:
-“Aaaaa! Bu acıttı işte. Bu gerçekten acıttı.”
Saat: 19.00
60 birim ağrı:
-“Hıyaaa” yataktan kalkmaya çalışarak…
Bu arada doktor geldi:
-“Evet tam istediğimiz gibi gidiyor. Böyle giderse saat 22.00’de doğumu yapabilirim sanırım.”
22.00 mi? 2 saat var hocam. Sevgilim o makinedeki sayıları okuyamıyordu ama ben daha 60 birimdeyken bu bağırmaları duyunca 2 saatte neler olabileceğini kurgulayabiliyordum. Lütfen beni bu durumdan kurtarın.
Saat: 19.30
70 birim ağrı:
Yatağın kenarında bulunan tutunma edevatlarını sıkarak; “Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa aaaaaaaaaaaaaaaaaaaa aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!”
Hollywood filmlerinde en komik (!) sahnelerden biridir. Erkek kadının yanına yaklaşır ve elini uzatır, kadın onun elini sıkar, erkek kadından daha çok bağırır… Ben de tıpkı Hollywood filmlerindeki gibi yanına gidip elimi uzattım:
-“Geçecek hayatım, çok az kaldı”
-“B.k geçecek! Aaaaaaaaaaaaaaaaaa”
Buyurun. Baba olmak bu işte. Buyurun.
Saat: 20.00
80 birim ağrı:
“Odadaki herkes s.ktirsin gitsin dışarı. Sen kal.”
Oradaki 2. Tekil kişi benim… teşekkür ederim.
Doktor içeri girer; -“Aferin kızım, çok iyi dayanıyorsun. Tam istediğim gibi açılıyor. İki saatimiz kaldı. -“Doktor bey, doktor bey. Değil iki saat bir dakika bile dayanamayacağım. Epidural mi ne b.ksa hemen bağlayın onu, yalvarırım…”
-“Hayır kızım bağlayamam, artık o noktayı çoktan geçtik.”
Hangi noktayı geçtik hocam, ne sınırı? Doktor bana başıyla benimle gel iki dakika işareti yaptı. Odanın dışına çıktığımızda beni rahatlatan açıklamayı yaptı:
-“Merak etme, epidural vermemek için öyle dedim. Vermeyeceğim yani.”
Çok teşekkür ederim doktor bey. Bari bana morfin falan verin.
Şakası bir yana en çok üzüldüğüm şeylerden biri benim o ağrıyı hissedemeyecek olmam. Bunu yalakalık olarak algılamak isteyenler olabilir ama ciddi bir şekilde şunu dile getirmek istiyorum. Hala kafamda aynı düşünce var: Acaba çocuğumla aramda o sancı yüzünden eksik bir bağ olacak mı?
Saat: 20.45
85 birim ağrı:
-“Borga, birileri sırtıma balta ile vuruyor.”
Bu betimleme yeterliydi benim için.
Saat: 21.15
90 birim ağrı:
-“Lütfen bana ilaç verin, beni uyutun.”
Bırakın abartmayı, gerçeklerin çok az bir kısmını anlatabildiğim bu sancı kısmı benim bile hayatımdan birkaç seneyi alıp götürmüştü.
Saat 21.30’da doktor içeri gelip doğumhaneye gidebileceğimizi söyledi.  Doğumhaneye giderken kapıdaki arkadaşlarımız doğumhaneye kadar dizilmişlerdi. Sedyenin kenarında ilerleyen ben kendimi NBA All Star maçına çıkan bir basketbolcu gibi hissetmiştim. Çak çak çak çak…
Bana gerekli kıyafetleri giydirdiler ve doğumhaneye girdik. Doğum başlamadan önce doktorun bazı hazırlıkları oluyor anne üzerinde. Bunlar tamamlandıktan sonra artık ıkınma seansı başladı. Bir ebe doktorun yanında, bir ebe hamile kadının yanında duruyor, bir çocuk doktoru hazır bekliyor bir de, acil durumlar için sanırım, anestezist hazır bekliyor. İki de hemşire… Ben sevgilimin sağ omzunun yanındaydım. Doktor “Ikın” dediği anda ıkınmaya başladı. Ben de…
Olmamıştı. Doktor kafasını kaldırıp;
-“Bak kızım çok az kaldı, bir kere çok kuvvetli, nefes bile almadan ıkınırsan bu işi bitiririz.” Dedi
-“Söz mü?” dedi sevgilim.
-“Söz kızım. Haydi şimdi ıkın” dedi.
Saate baktım 21.51’di
10 saniye sonra Leyla doktorun ellerindeydi. 12 saniye sonra Leyla annesinin göğsünün üzerindeydi. 13 saniye sonra ben Leyla’ya dokunmuştum… Leyla da bana dokunmuştu…

Yazı hoşunuza gittiyse paylaşabilirsiniz.

Share on facebook
Facebook
Share on pinterest
Pinterest
Share on twitter
Twitter
Share on linkedin
LinkedIn
Share on whatsapp
WhatsApp
Share on facebook
Facebook