Tam o sırada bir tüyo geldi doktordan.
“Eğer göğüs uçlarını uyarırsanız, rahim de uyarılır, bebek rahatsız olacağından hareket eder, bize de fikir verir.”
Beyler sakın bu konuda da espri yapmayın.
Sonunda DNA haritamız hazırdı. Ornitorenk embriyolarından aldığımız örnekler üzerinde yaptığımız çalışmalarda neredeyse sona gelmiştik. DNA haritasını çıkardığımız ornitorenk, insan dokularına en yakın genetik yapıya sahipti ve birçok hastalık için bağışıklık yapıları bizlerden çok daha dayanıklıydı. Katolik çevrelerinde yaptığımız araştırmalar inanılmaz tepkiler alıyordu. Biz insanlık için iyi bir şeyler yaptığımızı düşünürken Katolik çevrelerden sürekli tehditler alıyorduk.Kutu o gün elime geçmişti. Gönderen kısmında sadece “Naber Hafız? Görüşelim en kısa zamanda J” yazıyordu. “Bizimkiler kıza patik” göndermiştir düşüncesiyle paketi açtım. Elektronik geri sayım düzenekli A4 tipi, parçacık tesirli, boru tipi hazırlanmış patlayıcı karşımdaydı ve sadece 34 saniyem vardı. Hızla dışarı çıktım…
Sürekli dışarı çıkıyor, yürüyüşler yapıyorduk. Doktor bize bir sancı sayacı öğretmişti. Önce 10 dakika sıklığına gelsinler. Eğer sancılar devam edip 7 dakikaya inerlerse sancılar arasında ki zaman farkını kontrol etmeye başla. Ardından zamanları not et. Sancı zamanlarını yazarken bir yandan da sancılara birden ona kadar numara ver. Eğer çok ağrıyorsa “10” yani.
Ben bu skala için çeşitli excell sayfaları hazırlamıştım. Boynumda kronometre, ağzımda düdük, kafamda şapka, cebimde bol miktarda para, bel çantamda sigorta belgeleri, sırtımda acil durum çantası. Acil durum çantasının içinde muhtelif çap ve ebatta kıyafet, terlik, pijama, hijyen mamulleri, iç çamaşırı, krem, şampuan, votka red bull, katı sodyum ve 7-8 numara anahtar vardı. Ve tabi ki makas…
Evet arkadaşlar böyle bir çanta hazırlıyorsunuz. Eğer Kazakistan ya da Libya ile bağlantınız varsa çantanıza uranyum izotopları da ekleyebilirsiniz ama biz yapamadık. Hala suratıma vurulur.
Size bir şey söyleyeceğim:
Ne sancı var, ne bir şey. Hazırladığım excell sayfaları boş boş bana bakıyordu. Çantamız ise kapının yanında öyle duruyordu.
Bir gün bir mesaj geldi cep telefonuma:
“İyi günler amcacığım. Ben Leyla’nın okuldan arkadaşı Uygar. Leyla daha eve gelmedi mi acaba?”
Aynen bu durumdaydık. Leyla neredeyse konuşmayı öğrenmiş, bizimle iletişime geçiyordu. Ama çıkmak istemiyordu.
Yapacak bir şey yoktu ve beklemedeydik.
Aslında yapacak çok önemli bir şey vardı. Ülkemiz Sosyal Güvenlik konusunda gezegenler üstü bir örgütlenmeye sahip olduğundan sevgilim sadece özel hastaneden aldığımız raporlarla hamile olduğuna inandıramıyordu sosyal güvenlik kurumlarını. Bunun için tam teşekküllü bir hastaneden “Hamiledir” raporu almak zorundaydık. Biz de bir eğitim araştırma hastanesine gittik. Elimizde saman kağıdında devlet belgeleriyle Kadın Doğum Polikliniği’ne girdik ve durumumuzu anlattık. Hastanenin Başhekimi, aynı zamanda jinekolog olan şahıs (bakın “şahıs” diyorum “adam” demiyorum) “Ben sizin hamile olduğunuzu nereden bileyim de rapor vereyim” diyerek dünyanın en saçma sapan argümanını sevgilimin göbeğine doğru fırlattı. Leyla bile içeriden bağırdı diyebilirim.
Sinirleri bozulmuş ağlayan hamile bir kadın eğer isterse küresel iklim değişikliği hakkında ciddi şeyler yaptırabilir. Ama istemez sanırım. Cinnet noktasına gelmiş olan hamile kadını sürükleyerek dışarı çıkardım. Daha önce ağlayan hamilelere nasıl davranmamız nasıl davranmamamız gerektiği konusunda yazmıştım. Zaten işi yavaş yavaş bir rutine oturtmaya başlamıştım, onu çabuk sakinleştirebiliyordum. Ama bu çok farklıydı. Duydukça irkildiğim galiz küfürlerle Sıraselviler caddesinin bize bakmasını sağlıyorduk.
O an yapmayacağınız espriler arasında “Çocuğun yanında küfretmeyelim hayatım” var. Leyla da arada kaynadı benim yüzümden.
Biz 30 Kasım tarihini geçmiştik, 3 Aralıktaydık yani önümüzde sadece 1 gün vardı ve o an hastaneye gidip monitöre bağlanmamız gerekiyordu. Özel hastaneye doğru yola çıktık.
Monitöre bağlanma olayını size biraz anlatmam gerekiyor. Hamilelik belirli risk dönemlerine girdiğinde bebeğin kalp atışları ve hareketlerini incelemek için annenin karnına bir cihaz bağlanıyor. Bu cihaz bebeğin kalp atışlarını aynı zamanda da hareketlerini ölçüyor. Cihazdan çıkan kağıtta (EKG-EEG kağıtlarına çok benziyor) bir grafik var, bebek hareketlendikçe bu grafikte bazı değişimler oluyor. Ne kadar çok hareket ederse bebek o kadar sağlıklı demek, hareket etmemesi sağlıksız olduğunu işaret etmeyebilir elbette ama bir fikir vermiyor doktorlar için. Dolayısıyla o grafikte Leyla’nın hareketli olması lazım. Fakat Leyla gayet sakin bir çocukmuş.
Budizmi tercih eden Leyla zerre hareket etmiyordu, dolayısıyla doktor bize sürekli bebeği almak zorunda kalabilirim uyarısında bulunuyordu. Ben bağırıp duruyordum göbeğe doğru. “Leyla hadi kızım, bir takla, bir salto, hadi kızım…”
Tam o sırada bir tüyo geldi doktordan.
“Eğer göğüs uçlarını uyarırsanız, rahim de uyarılır, bebek rahatsız olacağından hareket eder, bize de fikir verir.”
Beyler sakın bu konuda da espri yapmayın.
Neyse kafama dikiş atıldıktan sonra hastaneden ayrıldık. Akşam bir kez daha makineye bağlanacaktık.
Çıkıp Tarlabaşında Nevizade sokağa yakın olan bir Kızılay Kliniği’ne gittik. Özel hastanedeki bazı kişiler oradan raporlarımızı alabileceğimizi söylemişlerdi. Oraya gittiğimizde saat 16.30 sularıydı ve doktor çıkmak üzereydi. Ultrason cihazı olmadığı için de rapor zor olacaktı ama daha önce yaptırdığımız ultrasonlarla raporu verebilecekti, ama yarın. Doktor çok yaşlı olduğundan onun yarına çıkabileceğinden emin oldum ve dışarı çıktık.
Hamile kadın bir kez daha ağlamaya başlamıştı. Kızılay binasının önünde oturmuş ağlıyordu. Onu teselli ediyordum.
-“Seni de çok yoruyorum kusura bakma.” dedi
-“O da nereden çıktı canım, keşke daha fazla şey yapabilsem.” dedim.
-“Yapıyorsun zaten teşekkür ederim,” dedi ve ekledi “Hadi senin yapmak istediğin bir şey yapalım.”
-“Şurada bir bira içmek istiyorum.” Dedim
-“Peki”
Nevizade’ye doğru yola koyulduk.
İnönü Stadyumu’nu bilenler için… Araf’ın önünde aniden durdu.
-“Borga bir saniye beklesene.”
Bu alarmı biliyordum. Çok tuvalet gelince bir dakika duruyorsunuz,duruyorsunuz… duruyorsunuz… Sonra tuvalet için koşmaya başlıyorsunuz. “Peki” dedim.
-“Borga.” dedi tekrar…
Yere bakıyordu… Yere baktım…
-“Suyum geldi” dedi.
“Hadi o zaman hastaneye gidelim” dedim… Sakindim. Sakindim ama inanılmaz bir şekilde gülmek istiyordum. Kahkahalarla gülmek istiyordum… Leyla, Nevizade’de çıkmak istedi…
Bir taksi çevirdim ve hastaneye doğru yola çıktık…
Arkadaşlar… o çanta nerede biliyor musunuz. Hala evde o lanet çanta. Çantayı bırakın lütfen; akşam trafiğinde Vali Konağı’nı geçmek durumundayız.